NÛÇÊ DAWÎ

NÛÇERagihandinYAZARLAR

BİR DİLİ YOK ETMEK / Kadir Çelik

Bir ulusu tarihsel sürekliliğinden, kültürel köklerinden ve kolektif kimliğinden uzaklaştırmanın en etkili ve en sistematik yollarından biri, o ulusun dilini hedef alan politikalar geliştirmektir.

Dil, yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda bir toplumun hafızasını, düşünme biçimini, değerler sistemini ve dünya tasavvurunu içinde barındıran en temel kültürel kurumdur. Bu nedenle bir toplumun diline müdahale etmek, doğrudan o toplumun kendisini dönüştürmek, hiçliğe doğru öğütmek ve hatta istenilen yönde yeniden şekillendirmek anlamına gelir.

Egemen güçler ve sömürgeci yapılar tarih boyunca her zaman bu gerçeğin farkında olmuş; hâkimiyet kurmak istedikleri toplumlar üzerinde kontrol mekanizması oluşturmak için ilk adımlarını çoğunlukla dil üzerinden atmışlardır.

Dili değersizleştirmek, onu kamusal alandan dışlamak, eğitimden kültürel üretime kadar pek çok alanda ikincil bir konuma itmek, hedef toplumun kendi kimliğini sorgulamasına ve zamanla unutmasına yol açan stratejik bir araç olarak kullanılmıştır. Bu tür politikaların amacı, egemen gücün dilini “ilerlemenin, modernliğin, prestijin” sembolü olarak sunmak; buna karşılık yerel dili geri kalmışlık ve değersizlikle ilişkilendirerek toplumsal algıda kırılma yaratmaktır.

Bir toplumun üyeleri, gönüllü olarak—yani zorunluluktan değil, bilinçli ya da bilinçdışı bir tercihle—egemen ulusun dilini kullanmayı anadillerinin önüne koymaya başlamışsa, egemenlik projesi amaçladığı sonuçları büyük ölçüde elde etmiş demektir. Çünkü bu durum, kültürel özsaygının zayıfladığını, toplumsal hafızanın erozyona uğradığını ve kimliksel bağlılıkların çözülmeye başladığını gösterir.

Anadilin yerini egemen dilin alması, yalnızca söz dağarcığının ya da ifade biçimlerinin değişmesi değildir; bir toplumun kendisini anlama ve anlamlandırma biçiminin köklü biçimde dönüşmesi anlamına gelir.

Bu bağlamda dil, bir ulusun varoluşsal bütünlüğünü koruyabilmesi için stratejik bir savunma hattı olarak değerlendirilmelidir. Anadiline sahip çıkan toplumlar, kültürel sürekliliklerini garanti altına alır; düşünsel bağımsızlıklarını, tarihsel hafızalarını ve kolektif kimliklerini koruma kapasitesine sahip olurlar. Buna karşın, dilin değer kaybettiği durumlarda yalnızca kültürel üretim zayıflamaz; toplumsal dayanışma ve kimlik bilinci de kırılganlaşır.

Sonuç olarak, bir ulusun anadilini koruması, modern dünyaya kapanmak ya da ondan geri kalmak anlamına gelmez; aksine, kültürel çeşitliliğin ve düşünsel özgünlüğün sürdürülmesi açısından hayati bir önem taşır.
Dil, ulusların kimliğinin hem taşıyıcısı hem de güvencesidir. Onu yitirmek, yalnızca bir iletişim aracını kaybetmek değil; bir milleti millet yapan bütün maddi ve manevi değerlerin çözülmeye başlaması demektir. Bu nedenle dil, bir toplumun varlığına yönelen her türlü müdahaleye karşı en güçlü direnç noktasıdır.