NÛÇÊ DAWÎ

NÛÇERagihandinYAZARLAR

Müslümanların Zulme Karşı Duruşu; Konformist Bir İman Mı? / Perihan Yoğurtçu

Müslümanların Zulme Karşı Duruşu; Konformist Bir İman Mı?

Müslümanların zulme karşı duruşu, çoğu zaman konformist bir gösterişten ibaret kalıyor.
Bu tavır, bireysel ve toplumsal düzeyde en büyük sorunlarımızdan biri hâline geldi — en azından sorgulayanlar nazarında.

“Dostlar mecliste görsün; heybemize şöyle en havalısında birkaç sevap heybemize doldurduk mu tamamdır, cennet garanti!”
Hayır, inanç böyle bir şey değil.
Eğer hakikate inanıyorsanız, adaleti ayakta tutmak zorundasınız. Failin kimliğine göre tavır almak, İslam’ın ilkelerinden beridir.

Hz. Peygamber’e (S.A.V.) Mekke’nin ileri gelenleri,
“Seni kral yapalım, istediğin kadar mal mülk verelim; yeter ki bu davadan vazgeç,”
dediklerinde verdiği cevap şuydu:
“Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz yine de bu yoldan dönmem.”

Allah’a inanmak, zor bir yolun yolcusu olmayı göze almaktır. Şayet iddianız Allah’ın adaletiyse, bedel ödemek kaçınılmazdır. İnsan inandığı gibi yaşarsa mümin olur; ama sadece diliyle ikrar ederse, işte o zaman münafık olur.

Hepimiz — inanan da inanmayan da — aynı gemideyiz. Kimseyi kendimiz gibi inanmaya zorlamak gibi bir görevimiz yok. Ancak gemideki herkesin adil yaşayabilmesi için mücadele etmek, Müslüman’ın kaçınılamaz sorumluluğudur.
Allah Kur’an’da, “Sorgulayın, ibret alın” diyerek bizi pasif izleyicilikten aktif sorumluluğa davet eder.

Hz. Peygamber, Mekke’de 13 yıl boyunca her türlü zulme göğüs gerdi. Medine’ye hicret edince de farklı inanç sahipleriyle Medine Sözleşmesini imzaladı. Ne malını mülkünü koruma kaygısı güttü, ne de “güç bendedir, herkes bana benzeyecek” dayatmasında bulundu.( Ve aynı zamanda eşi Hz. Hatice iş kadınıydı inandığı ilkeler bazında malını mülkünü bu yolda verdi elinde avucunda hiç bir şey kalmadı hata yeri aç kaldı. Hz Hatice’nin direnişinden de mi bihabersiniz.)

Aksine, herkesin kendi rengiyle adil bir düzen içinde yaşayabileceği bir sistem kurmaya çalıştı.
Peki ya günümüzün inananlarının durumu ?
Vicdanları rafta, cüzdan telaşına düşmüşler…

İslam coğrafyası diye tabir edilen coğrafyanın dört bir yanı, gasp edilen haklar, yağmalanan topraklar, sömürülen insanlar var ve Bunca zulmü inanç sahibi olanlara gördürene aşk olsun!

Toplumsal sorunları çözecek konumdan fersah fersah uzaklar ama cennetin anahtarını kesindir,.(!) ceplerinde taşıyorlar. Kimseye vermeye de niyetleri yok; o kadar eminler kendilerinden.

Kur’an’ın ilkelerine göre yaşıyor muyuz gibi bir kaygıları var mı acaba?

Ebû Zer el-Gıfârî ne güzel söylemişti:
“Uhud Dağı kadar altınım olsa, borçlarım hariç üç gün içinde hepsini Allah yolunda harcar, yanımda bir dinar bırakmazdım. Bir dinar bir gece bile evimde kalsa ruhum daralır.”

Bu söz, bugünün zengin Müslümanlarına, siyasetçilerine ve bürokratlarına ne kadar yakın?

“Hz. Peygamber Medine’ye varır varmaz, toplumsal düzeni tesis etmek için Medine Vesikasını hazırladı. Bu, aynı zamanda temiz bir siyasetin temeliydi.
Çünkü siyaset, düzeni sağlayan en güçlü mekanizmadır; günümüzde ise ‘Siyaset kirli iştir, bulaşmayın’ deniyor.
İyi de, siyasetin iradesi mi var ki kendini kirletsin?
Siyaseti kirleten, insanın zayıf nefsi ve ahlâkî zaaflarıdır.”

İmâm-ı Âzam, hükümdarın sunduğu makam ve servete tamah etmediği için işkenceyle katledildi.
Bu, zulme karşı dik duruşunun en çarpıcı göstergesidir.
Onun zulüm altında can veren bedeni hâlâ dimdik duruyor gibi; ancak inananların vicdanı bugün diz çökmüş durumda.

Bugünün mütedeyyinleri, birkaç yerden maaş almak ve ihale kovalamak için gece gündüz çabalıyor. Yetmiyor, zekât ve fitreyi hâlâ 1400 yıl önceki şartlara göre kuruşu kuruşuna hesaplıyorlar; ama arabaları, evleri, kıyafetleri bugünün en lüks standartlarında.
Oysa Müslüman, “Kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe imanını tamamlayamaz.”
Adalet, sözle değil; insanın yaşayışındaki pratikle inşa edilir.

Geçmişte inançlı kesim, her zaman değilse bile bazı yerlerde zulme karşı cılız da olsa bir ses çıkarabiliyordu. Bu, “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan şahitler olun.” (Nisâ, 135) emrinin küçük bir yansımasıydı.
Ama ne zaman ki iktidar mütedeyyinlerin eline geçti, o cılız ses bıçak gibi kesildi.
İtirazlar buhar olup uçtu.
İnsan çelişkilerden uzak, inandığı ilkeler doğrultusunda yaşarsa ancak rol model olur.

Bir sahâbî Hz. Aişe’ye gelip:
“Peygamberimizin ahlâkı nasıldı?” diye sorar.
Hz. Aişe şu kısa ama çok derin cümleyi kurar:
“Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an’dı.”
(Müslim, Müsâfirîn 139)

Kur’an ne bir partinin, ne bir etnisitenin, ne bir tarikatın, ne de bir coğrafyanın malıdır.
Onu dar kalıplara hapsetmeye kimsenin hakkı da haddi de yoktur.
İnanç iddiası taşıyanlar, kıyamete kadar ‘zamanın adil şahitleri’ olmak zorundadır.
Cennet ucuz değildir.
Cehennem de lüzumsuz değildir. Ve namazınız sizi kötülüklerden alıkoymuyor, zulüm nerede ve kime olursa olsun karşısında durmuyorsanız imanınızı gözden geçirmeniz gerekir.
Gösteriş için namaz kılanların vay hâline!” (Mâûn, 4)
Medine Vesikasının ilk dört maddesini iki dakikada arayıp okuyabilirsiniz. Mümin kimdir, farklılıklar nasıl bir arada yaşar; Müslümanlar böylece bir sistem olarak öğrenmiş olur.
Her çağ kendi ruhuna göre ahlak doğurur
Diyerek sitem ve eleştirimi fazla uzatmayayım;
burada noktalayayım.