NÛÇÊ DAWÎ

NÛÇERagihandinYAZARLAR

BIRAKIP GITMEK YA GURBETE YA DA SÜRGÜNE / Wahdi Alan Çelik

 

Yeryüzünde hangi canlı, kendi toprağından, yurdundan kopmak ister? Elbette kimse istemez; zorunlu olmadıkça. Ve işte böyle bir zorunluluğun gölgesinde başladı bizim yolculuğumuz. Geride bırakılan sadece bir toprak parçası değildi; çocukluğumuzun sesi, gençliğimizin kokusu, ilk aşkın gölgesi, anılarla donatılmış her bir köşe. Hepsi oradaydı ve giderken bir parçamızı da oraya gömmüştük!

Bazen ekonomik nedenlerdi bizi göçe zorlayan, bazen siyasi baskılar. Ama aslında, yetersizliğe, yok sayılmaya, ezilmeye ve dışlanmaya duyulan isyan yeterliydi ardımıza bile bakmadan gitmeye!

Vardığımız yer bize ait değildi. Dilini bilmiyorduk, yolunu tanımıyorduk. Her şey yabancıydı, biz ise hâlâ ardımızda bıraktıklarımıza aittik; ruhumuzla, bedenimizle, kalbimizle. İkinci kuşak dediğimiz çocuklarımızı da o aidiyetsizliğin içinde büyütmek zorunda kaldık. Onlara daha iyi bir gelecek hayaliyle yükledik hayatın ağırlığını, çünkü hep bir gün geri döneceğimiz umuduna tutunarak yaşadık.

Bir ayağımız oradaydı, bir ayağımız burada. Kalbimizin yarısı eski yurdumuzda, diğer yarısı geldiğimiz yerdeydi. Önce ana babayı kaybettik, ardından sevdiklerimizi. Vakit geçti, biz de yabancılaştık kendi toprağımıza. Artık ne orada oralıydık, ne de burada buralı.,12 Eylül’ün öncesinde ve sonrasında hayatlarını ortaya koyarak direnenlerin son durağı da burası oldu. Yıllar sonra döndüklerinde, geldikleri yer artık onları tanımıyordu. Yoldaşlar başka diyarlarda, kimileri tanınmaz hâlde, kimileri ise ebedi bir sessizlikteydi. Köklerimiz kurumuştu, köksüz kalmıştık. Şimdi soruyoruz kendimize: “Biz kimiz? Nereliyiz?” Cevabı yok bu sorunun. Yürek yakan, derin bir boşluk yalnızca!!

Acılarımızı anlatacak, özlemimizi dillendirecek bir edebiyat belki hâlâ yazılmadı. Bu yüzden gözyaşlarıyla konuşuyor hâlâ kalbimiz. Bazen bir film düşürür gözümüzden yaşları, bazen geçmişten ansızın gelen bir anı. Durmadan akar, gözyaşları içimizden bir parçayı daha alıp götürerek.

İşte bu bizim hikâyemizdi. Ne oralı kalabildik, ne buralı olabildik. Hep arada, hep yarım!